Ve İnsan...


Hayat denilen kimimiz için kısa ya da uzun o süreç... Hayat; içinde anlamlar barındırıyor bu 5 harfin için ne yaşam öyküleri sığdırıyor. Bugünkü yazıma farkındalık getirmek istedim tüm olayların aktörü insanı ele almak istedim... Doğaya hükmedebilen ve her şeye anlam yükleyen, gören, düşünen, ya da düşünemeyen varlık insan...

Kimi zaman savaş aktörü, kimi zaman mucit, belkide sadece yiyen içen ölen varlık... Orada burada şurada her yerde. Kısacası hayatın içinde... Kendinizi hayattan soyutladığınız oldu mu? Ya da bakabildniz mi hayata dışarıdan tv seyreder gibi... İstediniz; ama bakamadınz çünkü siz hayatın bir parçasısısınız ruhunuz beyniniz neyi görüyor düşünüyorsa siz osunuz... Bazen görmek istediğinizsiniz,bazen kendinizden kaçansınız...

Tv'de bir savaş haberi, birbirini katleden gençler, açlıktan nefesi kokan insanlar, yine bir şehit haberi... Şahitsiniz çevrenizde tüm olup bitene...Ve bilirsiniz tüm bu acı olayların baş aktörünü. Çünkü siz " insanı" bilirsiniz. Biz büyüdükçe kirlendi "dünya"...

Dünya, doğa asla istemedi kendi organlarının insan tarafından yok olmasına şahit olmak istemedi... En sonunda o da küstü insana ağaçlar açmaz, meyve vermez oldu, bombaların bittiği yerde, akarsular akmaz oldu, insana ulaştığı yerde... Günden güne kaybolan yitip giden doğaya insanoğlu seyirci kalır oldu...

Kısacası insan insanı ve dünyayı yok etti,etmeyede devam ediyor...Aldırmaz oldu çevresinde olup bitene, duyarsızlaştı, bilmek istemedi, nasıl yaşaması gerektiğini unuttu bencilce almak istedi var olanın elinden katilce... Bu muydu bildiğim insan bu kadar basit miydi? Şimdi ne düşünürsen düşün? Yitirdiklerini, kaybettiğin değerlerini geri al, getir zamanı getirebilirsen, var et yoktan var edebilirsen yeniden bir dünya? Aynayı sana tuttum kendini tadın mı insan?

"O" Benim Dünyam...


Bu yazıyı daha sonra yazmayı planlıyordum. Ama bugün şu an şu saatte yazmak istedim. Kalbimden geçenler durmadı yerinde, kelimelere dökülmek istediler, bende "O"nun doğumgününü beklemeden yazmak istedim. Aslında doğumgününe yani Ağustosa da az kaldı ama olsun. Başka sürpriz düşüneceğim artık. Bu yazım "o"na atfen olacak...

Hani insanın hayatta vazgeçemedikleri vardır ya. "O" da benim için öyle. Onu ilk gördüğünüz andan itibaren yüreğiniz pır pır eder, aradan yıllar geçsede aynı kıpırtı hiç eskimeden aynı şiddette kalır. Yıllar geçtikte ona sevginiz yıllanmış şarap gibi gün geçtikçe daha da artar, alevlenir. Kök salmıştır artık, güçlüdür kuvvetlidir...

En kötü anınızın, en zor günlerinizin ya da en mutlu günlerinizin paylaşımcısıdır artık, kimi zaman dostunuz, kimi zaman sevgiliniz, can yoldaşınız oluvermiştir. Uzak diyarlarda çoğu zaman çok özlenen, yokluğuda varlığı gibi ayrı lezzette olandır.

Birlikte geçirilen hoş sohbetlerde, kahkalarda, anlamlı gülümsemelerde saklıdır sevgisi. Mini tartışmalar, kızmalar, sinirlenmeler cabası, o da çeşnisidir artık ilişkinin. Ne yaparsa yapsın yinede kızamazsın, o şirin suratı üzgün görmeye dayanamazsın çünkü. 'Yine üzdüm mü acaba' diye düşünürsün, kıramazsın asla, çünkü ondan da kırılgansındır, o üzüldü diye sen bin kat üzülürsün. Sevgi bu olsa gerek, artık vazgeçilmezin olmuştur. Her dakikanın bir anlamı vardır senin için. Sesini bile duymak iyi gelir uzaktayken. "O" olmasada her daim yanında, aslında ruhunla o da birliktedir.

Uzun zamandır bir kalp daha taşıyorum içimde, özenle, itinayla koruyorum saklıyorum, kırılmasın incinmesin diye. "O"ndan bir benzeri yok çünkü bu dünyada, tek ve özel benim için. Sadakatide, gerçek sevgiyi de "O"ndan öğrendim. İşte "O" benim dünyam... Kendi istemediği sürece çıkarmıcam içimden kalbini. Emanetini saklayacağım, koruyacağım sonuna kadar, Kalbin ömürlük bende emanet...

Daha çok satırlara döksemde yetmez içimdekileri anlatmaya. Yarın kısa bir Ankara yolculuğum var. 1 hafta kadar bloguma yazı yazamayacağım. İstedimki blogum son yazımla anlamlı olsun, en gözde kişiye hitab etsin, bu son yazımla kalsın, ışıldasın... Kim bilir belki yarın çok geç olacaktı, en iyisimi içimde duracağına kelimelerimde anlam kazansın.

Sıra bana bu yazıyı yazdırana teşekkür etmede. "O" olmasaydı cümlelerim bu kadar anlam kazanamazdı. İyi ki varsın biliyor musun, varlığınla değer katıyorsun gündüzüme geceme... Bu yazım sana armağan olsun...

Seni çok seven ben :)))

Yaz Yağmuru...


Sabahın ilk ışıkları şehre yansırken, yavaş yavaş hareketlenen şehrin sesi yansır, ılık esen pencerden içeri... Gökyüzüyle bütünleşmiş denizin mavisi. Kayalara çarpan denizin dalgalarının sesi... Böylesi güzel bir yaz sabahı zorla terkedilen yatağın ardından, çeşmeden akan buzz gibi su ile ayıkılır ve gün o dakikadan itibaren başlar.

Dalından koparılmış taze portakalın suyu, mis gibi kokan kızarmış ekmek, tereyağı, kaymak, meyve reçelleri, taze peynir, zeytin ile zengin kahvaltı sofrası hazır bile. Kahvaltı sofrası yenilmeyi bekleyedursun, pencereden gelen mis ıslak toprak kokusu, mayhoş eder insanı ve yaz günlerinin vazgeçilmezi 'yaz yağmuru' yağmaya başlar çisil çisil.

Bahçedeki kirazların, eriklerin sabah banyosu başladı bile. Bahçedeki mis koku, toprak kokusuyla birleşince düşünün artık o yaz sabahını... Kahvaltı görevini yapar ve kalkar artık sofradan. Sırada bekleyen bahçe meyveleri...

Dalından teker teker koparılır, kırmızılar, yeşiller, morlar, sarılar... Tabaklarda rengarenk, ışıl ışıl... Hamakta sallana sallana yenen meyve keyfi. Ilık esen rüzgarda sıra mini şekerlemede şimdi. Bir pazar yaz sabahında, telveli kahve kokusu uyandırır insanı şekerlemesinden. Bol köpüklü, orta şekerli, mini fincanda nazlı nazlı belirir. Kahve hüpürdete hüpürdete içilir, bir dilekle kapatılır, falın sihrine bırakılır.

Derken kapının zili çalar, pazar günün eğlencesi arkadaşlar kapıda belirir, hoş sohbet, en içten atılan kahkalar sonrası sırada barbekü partisi. Onlar barbekülerini yapadursunlar kısada olsa size güzel bir yaz sabahı yaşattıysam ne mutlu bana...

Ah Şu Eğitim Sistemi!!!


Değerli okurlarım, pastırma sıcaklarından herkese merhaba. Bugün KPSS'ye başvurdum ve çalışmaya başladım bile. Bu yaz sıcaklarında çalışmak biraz zor oluyor ama olsun ne yapalım, çalışacağız.

KPSS dedik, eğitim sisteminden bahsetmeden edemeyeceğim. Geçenlerde CNNTurk kanalında eğitim sistemi ile ilgili bir tartışma programı vardı onu izledim. İzlerken içim acıdı biz öğrencilere ve yaşça küçük öğrenci kardeşlerime. Program konukları olarak bir kaç tane özel okul sahibi kişiler, öz-de-bir başkanı, eğitim profesörleri, dershane sahiplerinden bir kaçı bulunuyordu. Bu konukların eğitim profesörleri hariç diğerleri kendi menfaatleri yüzünden eğitim sistemini filan tartıştıkları yoktu. Sadece ceplerindeki giren çıkan paranın peşindeydiler.

Özel okul sahipleri kendi eğitimlerini, dershaneler ise kendilerinin olmadığı takdirde öğrencilerin başarılı olmayacağını savunuyorlardı. Pardon efendim bu insanlara sorum, dershane varsa okul niye var o zaman? Bu kadar okul boşuna mı hizmet veriyor? Madem özel okullar çok iyi; her yıl milyonlarca özel okul öğrencisi dershaneye niye gidiyor diye sorarlar adama. İşin ilginç tarafı 1 dershane de yetmiyor bilhassa veliler 2 dershaneye birden yolluyorlar çocuklarını. Düşünün artık ortadaki döner sermayeyi. Öğrencilerin sırtından geçinen haksız kazanç sağlayan parazitlerin egemen olduğu bir eğitim sistemimizin olmasından utanç duyuyorum.

Eğitim sisteminin kötülüğünün öğretmenlere verilen düşük maaşla ilgili olduğunu söyleyen bir eleştiri vardı. Buna kısmen katılıyorum. Evet borç harç içinde yüzen bir öğretmenin derste ne kadar verimli olacağı tartışma konusu. Ama sadece bunu maaşa bağlamak son derece yanlış. Bir kere öğretmenlere getirilen şu kpss saçmalığı kaldırılmalı. Onun yerine öğretmen olacak adayın, diksiyonuna, iletişim kurma yeteneğine, anlatma yeteneğine bakılmalı. Evet bence öğretmenlerin nitelikleri tartışılmalı! Bu konuda konuşulacak en son konu para bence. Çünkü öğretmenlerin 3 ay gibi uzun bir tatil yapma gibi lüksleri var.

Bir kere 3 ay tatil ne demek. Dünyanın hiçbir yerinde 3 ay eğitimden uzak kalınacak tatil nerede var? Bu olsa olsa gelir seviyesi yüksek ülkeler için geçerli. Ki o ülkeler bile çalışmanın ne kadar önemli olduğunun bilincinde. Bizim gibi az gelişmiş ülkelerin tatil yerine daha çok çalışmaya ihtiyacı var. Her sene değiştirilen sınavların kapsamı içeriği, yöntemine ne demeli. O ayrı bir tartışma konusu, bu konuda sayfalar dolusu tez yazsam yine yetmez, yine yetmez!

Ey kendini eğitimci sanan insanlar sözüm size; öğrencileri deneme tahtası yapmaktan vazgeçin artık! Bu gençler, bu çocuklar bizim ülkemizin gençleri, çocukları, kısacası yarınlarımız... Gençliğin atalarından alacağı miras bu olmamalı! Bizim ülkemizin çocukları, müzik üreten, spor yapan, değerli sanatçılar yetiştiren, araştıran bilim adamları, gerçek politikacılar olmalı! İşte o zaman biz ülke olarak hem kalkınırız, hem de güçleniriz. Ortada ne ekonomik kriz kalır ne de başka bir şey! Veliler, devlet adamları şimdi oturup takkeyi önünüze koyup düşünme ve icraata geçme zamanı...!!!

İşte Hayat ! ! !


Bursa'dan bu sabah Mersin'e geldim, 1 haftalık yoğun tempolu günlerimi de böylelikle noktalamış oldum. Bu sabah yolculuktan hemen sonra Mersin'e iner inmez, soluğu ehliyet sınavında aldım. Yol boyunca dersime iyi çalışmıştım, bu sebeple sınavım da güzel geçti, darısı trafikte araç sürme sınavına. Keza bu sınav çok daha önemli.

Bursa'da olduğum bu 1 haftalık sürede sizlerle birlikte olamadım, blogumu aksattım. Yazacak çok şey birikti diyebilirim. Bu 1 hafta bana insanların gerçek yüzlerini tanımama vesile oldu. Taşınma maratonu tam bir kaostu benim içinde evi paylaşacağım kuzenim Betül ve Mehtap içinde aynı şey geçerliydi. Kız olduğumuz içinmidir bilmiyorum ama çok eşyamız vardı onları toplamak ve yeni evimize taşımak bizi bir hayli yordu ama deydi.

Sadece evi taşımakla bitse keşke her şey. Ama yeni evde bizden önce oturan öğrenci kızlar(!) maalesef evi temiz bırakmamışlar, bize de o pisliklerini temizlemek kaldı. Bir de utanmadan biz eve taşınırken "evi temiz bırakacağız çok dipbucak temizlemenize gerek kalmayacak" demesinlermi. Gelde kötü olma değil mi? Ah şu insanoğlu. E tabi bu kızlarında evi zamanında boşaltmamaları da cabası.

Maalesef insanlarımızda, bilhassa gençlerimizde, öğrencilerimizde sorumluluk bilinci oluşmamış, Bu duruma çok üzüldüm. Bu insanlarla aynı üniversitede okumak bile beni rahatsız etti. Mezun olacaklar ve iş hayatına atılacak bu insanlar, iş hayatında başarılı olacaklarını hiç sanmıyorum.

Ha birde apartmanda yaşamasını bilmeyen komşularımızda olunca, düşünün artık bendeki sinir harbini. Site içerisinde ses sistemini balkona kuran ve bangır bangır müzikle gece yarılarına kadar son ses açan komşularımız(!) var. Kendilerine bu durumu şikayet ettiklerimizde ise gece 00.00'a kadar bu haklarının olduklarını, başka insanların kendilerinden daha fazla ses çıkardıklarını söylemesinler mi. E iyi de burası disko değilki! Ne yazık ki ev ile disko ayırımını yapamayan öğrenciler(!) söz konusu. Okuldaki öğretmenlere hak vermeye başladım.

Dertlerin hangibirini anlatsam, cimri, paragöz ev sahibimizi mi, sorumsuz öğrenci milletini mi, v.s... Bizim insanımız işlerini zamanında asla yapmaz, yumurta dayanınca kapıya başlarız tutuşmaya. Kural nedir bilinmez ve insanları insan olarak değil de para olarak görenler ve sonra kendi dallarına basıldıklarında insanlık bekleyenler... Söz konusu insansa dert de bitmez tasada...

Hep böyle olumsuzluklardan bahsettim ama güzel tarafları da yokmuydu vardı elbette. 3 kız artık bir evimiz oldu, hepimiz ayrı ayrı odalarımızı temizledik, eşyalarımızı yerleştirdik, süper oldu. Güle güle oturacağımız günler görürürüz umarım. Şimdilik onları yalnız bıraktım onlar hala Bursa'dalar ben Mersin' döndüm, o evi ve arkadaşlarımı bırakmak gelmedi içimden. Ama burada da yarım bıraktığım işlerime de geri dönme vakti geldi. Taşınmak da bir çeşit spor oldu benim için farkı hissettim, sporuma devam edeceğim, şimdilik hoşça kalın...