İçimden Geldiği Gibi...


Saat gecenin bir yarısı... Bir sağa dönüyorum, bir sola dönüyorum, ama uykudan eser yok... Kafamdan binbir düşünceler geçiyor. Uçup gideceğine yazıya dökülsünler istedim. Gecenin bu saatinde ev halkı uyumuş, sokaklar bomboş, sessizlik hali... Severim bu zamanları. Yazı konusunda kendimi en verimli hissettiğim saatlerdir gece yarıları...

Son 2 haftadır geceleri uyumakta zorlanıyorum, uyku gelmek bilmiyor bir türlü, uykuyuda bir o kadar severim halbuki... Neden acaba? Hep gündüz olsun, hep birşeylerle uğraşayım istiyorum sanırım o sebepten uykuyuda postalıyorum.

Bursa'ya gitme vaktim yaklaştı. 4 aydır Mersin'deyim. Üniversiteyi kazandığımdan beri ilk defa bu kadar uzun kaldım Mersin'de. Bu yıl daha dolu yaşadım Mersin'i. İyot kokusu, bunaltan sıcağı, yakan güneşi, evimin sıcaklığı... Alıştım Mersin'e, şimdi gitmekte zor, kalmakta... Bir an önce gitmem lazım Bursa'ya, yapacak çok işim var, beni bekleyen sevdiklerim, dostlarım ve en önemlisi sorumluluklarım var... Bu yıl çok yoğunum. Ne zaman ben son sınıf oldum diye düşünmeden edemiyorum... Zaman hızla akıp geçiyor. İşte bitiyor okul, okul hem bitsin hem de bitmesin istiyorum...

Güzel planlarım, hedeflerim var geleceğime dair ve atacağım adımlarım... Uçmasın, kaybolmasınlar istiyorum. Umutluyum, inançlıyım gideceğim bu zorlu yolda. Kendimi pozitif düşünmeye kanalize ettiğim şu günlerde, umutlarımı söndürecek olumsuz hiçbir sözcüğe tahammülüm yok!! Üzgünüm, kulaklarım tıkalı, duymuyorum...!

Çok kılişedir, herkesin dilindedir bu cümle; 'inanmak başarmanın yarısır' diye. Ama gerçektir... İnsanlar kendi mutsuzluklarını da, olumsuzluklarını da, başarılarını da kendi yaratır bir anlamda. Umutlarını kaybettiği ya da kazandığı, güvenin tavan yaptığı ya da tersinin olduğu zaman; yastığa başın konulduğu, ve kişinin kendisiyle başbaşa kaldığı zamandır. İşte bu zaman dilimlerini kolluyor ve umutla, inançla bakıyorum geleceğime, yapacaklarıma...

Bir şey söyleyeyim mi, hala uykum yok! Ama uyumam lazım... Bugün bir yıldız kaydı, gökyüzündeki ışıltısını gördüm, böyle uzayıp gitti kayboldu sonra ışığı...Mutlu oldum, ilk defa şahit olmuştum. Bu kayan yıldızın benim için olduğuna inanarak, bir değil bir çok dilek tuttum! Dileklerimi söylemem, bende saklı, kimbilir gerçekleşirlerse birgün elbet birgün paylaşırım, belki uzak belki çok yakın günlerde...!!!

'Dizi' Olduk Çıktık !!!


Eylül ayı geldi. Hoşgeldi. Eylül ayı demek tatilin artık bittiğine, yeni iş, eğitim, öğretim yılına başlandığına işarettir. Bu ayda, yeni planlar yapılır, yeni döneme hazırlıklar tamamlanır. Güz mevsimi başlar! Ama bu, ülkenin güneyinde yaşayan insanlar için maalesef geçerli değil, hala sıcak hala sıcak... Eylül mevsim olarak güzü hissettiremedi bize.

Okulum da çok yakın bir zamanda açılıyor, yeniden kaydımı oldum, ders seçimimi yaptım, kısacası yeni döneme hazırım. Umarım başarılı bir öğretim yılı olur benim için ve arkadaşlarım için...

Vitrinlere yeni sezon kıyafetleri gelmiş, televizyonlarda da basbas yeni dizilerin fragmanları dönüyor. Hangi kanalı açsam yeni bir dizi! Başım döndü, takip edemez oldum. Asıl bugün vurgulamak istediğim konu şu dizi furyasına değineceğim. Televizyondaki envai çeşit dizilere fena takıldım. Sayamıyorum artık, o kadar çok varlar ki !...

Televizyonun ülkemizde izleyici kitlesi oldukça fazla. Bunu hepimiz biliyoruz. Bunun farkında olan dizi yapımcıları bu fırsatı kaçırmıyor, her sezon yeni diziler yapmaya devam ediyorlar, bu dizilerden birçoğu tutmadığı içinde yayından kalkıyor, yazık oluyor, onca emeğe, oyunculara, set ekibine v.s... Yüzünü bir daha görmediğim kendini oyuncu sanan insanların fazlasıyla türemesi de cabası! Televizyonun bu durumu insanı fazlasıyla düşündürmüyor değil. Türk izleyicisi akşam işinden, okulundan geldikten sonra, hep dizi mi izlemek istiyor, yoksa dizi izlemeye mi zorlatılıyor?

Bu soruyu yapımcılara sorsak "insanların istemediği bir şey tutmaz, onlar istiyor bizde yapıyoruz" derler, peki ya seyirciye başka seçenek bırakılmıyorsa haliyle seyircide bu dizileri izlemek durumunda kalıyorsa? Benim takıldığım diğer konu bu kadar çok dizinin olması, insanlar kaça bölünecek? O zaman ev içinde bireylerin birbirleriyle sohbeti filan kalmayacak, asosyal insanlar olarak hergün sanal dünyalara konuk olacağız demektir.

Diziler yapılmasın demiyorum, elbette yapılsın, ama fazlası olunca kabak tadı veriyor artık. Kanaatimce dizilere verilen bu kadar para, emek, Türk sinemasına verilse ortaya görsel olarak kaliteli, yüksek ücretlerle yapılan dünya çapında ünü duyulmuş Türk yapımı filmler ortaya çıkar, ama ne yazıkki ülkemizde bu bilinç yok!

Aslında Türk seyircisi bu dizilerle uyutulmak isteniyor, bu da çok güzel başarılıyor, bu yüzden araştırmaya, okumaya zaman ayırılmıyor, okur-yazar oranı ülkemizde azınlıkta kalmaktan öteye geçemiyor. Aslında bu bir döngü, ülkenin ekonomik düzeyi, eğitim seviyesine; eğitim seviyesi ülkenin medyasına, sanatına, politikasına yansıyor. Bu zincirden biri bozuksa diğerlerini de etkiliyor. Aslında bu zincir sistemini bütünüyle görmeli, bütünüyle eleştirilmeli, iyileştirilmeli.

Bu konuda hemen hergün yazan eğitimciler, yazarlar var. Ciddi ciddi rakamlarla konuşan, tehlikeyi sezdirmek isteyenlerin sesi, ülkemizde sadece yazılarda kalıyor, duyulmuyor, duyulmak istenmiyor! Kısacası herkesin işine geldiği gibi... Ne dersiniz hala umut var mı?

İnsan Vücudunda Yolculuk...


Malum ülkemiz, sıcak havanın etkisi altında. Eğer ülkenin en güneyinde ve deniz kıyısında yaşıyorsanız, o sıcaklardan nasibini almanız kaçınılmaz. Yanıyoruz, kavruluyoruz resmen! Nem mahfediyor, nem yüzünden insanın hiçbir şey yapası gelmiyor. Gün boyu yorgun, bitkin olmak çok kötü. E klimalarda bir yere kadar! Bu sebepten pek dışarı çıkamıyorum bu günlerde. Sporumu yapıp hemen evde alıyorum soluğu.

Evde vakit geçer mi? Kitap, dergi, gazete, ders derken gün geçiyor bir şekilde. Bu listeye bugün belgesel ekledim. 14 gündür Milliyet gazetesinin yapmış olduğu BBC İnsan Vücudu belgeseli kampanyasına katılmıştım, kupon biriktirdim. Çok beklemeden bugün kuponlarımı verdim ve belgeselimi aldım. Kupon biriktirmeyi seviyorum, tabi ucunda güzel şeyler olursa ayrı güzel oluyor. Eğer kupon sayısı fazla olursa o ayrı tabi.

Eve geldim ve hemen izlemeye koyuldum belgeseli. Çok beğendim, İnsan vücudunda gezintiye çıkıyorsunuz, doğumdan ölüme kadar merak ettiğiniz ne varsa görsel olarak hepsini izleyebiliyorsunuz. Bana ilginç gelen öğrendiğim bir kaç bilgiyi paylaşayım sizlerle.

Mesela "bir insan 12 yıldan fazla vaktini televizyon seyrederek geçiriyor, 22 bin km yürüyor, 20 yılını telefon başında geçiriyor,2000 insanı ismen tanıyor onlardan sadece 150 tanesine arkadaş diyor, 415 milyon defa göz kırpıyor ve gözleri 1 milyon farklı rengi ayırt ediyor İnsan vücudu 950 km saç, her gün 200 milyon yeni alyuvar üretiyor, 19 kilo ölü deri döküyor. Yaşama şansı ise; İngiltere'de 79, Fransa'da 82, Türkiye'de 65, Kuzey Amerika'da 80, Afrika'da 55 yıl."

Rakamlar böyle, bu inanılmaz bir liste ve aslında hiçbir hayat sıradan değil, yaşadığımız her şeyin arkasında ise, vücudumuzun en karmaşık organı beyin bulunuyor. Beynimiz o kadar değerli ki biz beynimizin çok az bir kısmını kullanıyoruz, ona rağmen teknoloji günden güne çok gelişiyor.

Yazımı bitirmeden aman sıcaklara dikkat diyeyim!! Bol bol sıvı tüketelim, mümkünse pek dışarılarda dolaşmayalım, artık havuza mı denize mi atarsınız kendinizi, buz banyosuyla mı serinlersiniz bilemeyeceğim, takdir sizin...

Ve İnsan...


Hayat denilen kimimiz için kısa ya da uzun o süreç... Hayat; içinde anlamlar barındırıyor bu 5 harfin için ne yaşam öyküleri sığdırıyor. Bugünkü yazıma farkındalık getirmek istedim tüm olayların aktörü insanı ele almak istedim... Doğaya hükmedebilen ve her şeye anlam yükleyen, gören, düşünen, ya da düşünemeyen varlık insan...

Kimi zaman savaş aktörü, kimi zaman mucit, belkide sadece yiyen içen ölen varlık... Orada burada şurada her yerde. Kısacası hayatın içinde... Kendinizi hayattan soyutladığınız oldu mu? Ya da bakabildniz mi hayata dışarıdan tv seyreder gibi... İstediniz; ama bakamadınz çünkü siz hayatın bir parçasısısınız ruhunuz beyniniz neyi görüyor düşünüyorsa siz osunuz... Bazen görmek istediğinizsiniz,bazen kendinizden kaçansınız...

Tv'de bir savaş haberi, birbirini katleden gençler, açlıktan nefesi kokan insanlar, yine bir şehit haberi... Şahitsiniz çevrenizde tüm olup bitene...Ve bilirsiniz tüm bu acı olayların baş aktörünü. Çünkü siz " insanı" bilirsiniz. Biz büyüdükçe kirlendi "dünya"...

Dünya, doğa asla istemedi kendi organlarının insan tarafından yok olmasına şahit olmak istemedi... En sonunda o da küstü insana ağaçlar açmaz, meyve vermez oldu, bombaların bittiği yerde, akarsular akmaz oldu, insana ulaştığı yerde... Günden güne kaybolan yitip giden doğaya insanoğlu seyirci kalır oldu...

Kısacası insan insanı ve dünyayı yok etti,etmeyede devam ediyor...Aldırmaz oldu çevresinde olup bitene, duyarsızlaştı, bilmek istemedi, nasıl yaşaması gerektiğini unuttu bencilce almak istedi var olanın elinden katilce... Bu muydu bildiğim insan bu kadar basit miydi? Şimdi ne düşünürsen düşün? Yitirdiklerini, kaybettiğin değerlerini geri al, getir zamanı getirebilirsen, var et yoktan var edebilirsen yeniden bir dünya? Aynayı sana tuttum kendini tadın mı insan?

"O" Benim Dünyam...


Bu yazıyı daha sonra yazmayı planlıyordum. Ama bugün şu an şu saatte yazmak istedim. Kalbimden geçenler durmadı yerinde, kelimelere dökülmek istediler, bende "O"nun doğumgününü beklemeden yazmak istedim. Aslında doğumgününe yani Ağustosa da az kaldı ama olsun. Başka sürpriz düşüneceğim artık. Bu yazım "o"na atfen olacak...

Hani insanın hayatta vazgeçemedikleri vardır ya. "O" da benim için öyle. Onu ilk gördüğünüz andan itibaren yüreğiniz pır pır eder, aradan yıllar geçsede aynı kıpırtı hiç eskimeden aynı şiddette kalır. Yıllar geçtikte ona sevginiz yıllanmış şarap gibi gün geçtikçe daha da artar, alevlenir. Kök salmıştır artık, güçlüdür kuvvetlidir...

En kötü anınızın, en zor günlerinizin ya da en mutlu günlerinizin paylaşımcısıdır artık, kimi zaman dostunuz, kimi zaman sevgiliniz, can yoldaşınız oluvermiştir. Uzak diyarlarda çoğu zaman çok özlenen, yokluğuda varlığı gibi ayrı lezzette olandır.

Birlikte geçirilen hoş sohbetlerde, kahkalarda, anlamlı gülümsemelerde saklıdır sevgisi. Mini tartışmalar, kızmalar, sinirlenmeler cabası, o da çeşnisidir artık ilişkinin. Ne yaparsa yapsın yinede kızamazsın, o şirin suratı üzgün görmeye dayanamazsın çünkü. 'Yine üzdüm mü acaba' diye düşünürsün, kıramazsın asla, çünkü ondan da kırılgansındır, o üzüldü diye sen bin kat üzülürsün. Sevgi bu olsa gerek, artık vazgeçilmezin olmuştur. Her dakikanın bir anlamı vardır senin için. Sesini bile duymak iyi gelir uzaktayken. "O" olmasada her daim yanında, aslında ruhunla o da birliktedir.

Uzun zamandır bir kalp daha taşıyorum içimde, özenle, itinayla koruyorum saklıyorum, kırılmasın incinmesin diye. "O"ndan bir benzeri yok çünkü bu dünyada, tek ve özel benim için. Sadakatide, gerçek sevgiyi de "O"ndan öğrendim. İşte "O" benim dünyam... Kendi istemediği sürece çıkarmıcam içimden kalbini. Emanetini saklayacağım, koruyacağım sonuna kadar, Kalbin ömürlük bende emanet...

Daha çok satırlara döksemde yetmez içimdekileri anlatmaya. Yarın kısa bir Ankara yolculuğum var. 1 hafta kadar bloguma yazı yazamayacağım. İstedimki blogum son yazımla anlamlı olsun, en gözde kişiye hitab etsin, bu son yazımla kalsın, ışıldasın... Kim bilir belki yarın çok geç olacaktı, en iyisimi içimde duracağına kelimelerimde anlam kazansın.

Sıra bana bu yazıyı yazdırana teşekkür etmede. "O" olmasaydı cümlelerim bu kadar anlam kazanamazdı. İyi ki varsın biliyor musun, varlığınla değer katıyorsun gündüzüme geceme... Bu yazım sana armağan olsun...

Seni çok seven ben :)))

Yaz Yağmuru...


Sabahın ilk ışıkları şehre yansırken, yavaş yavaş hareketlenen şehrin sesi yansır, ılık esen pencerden içeri... Gökyüzüyle bütünleşmiş denizin mavisi. Kayalara çarpan denizin dalgalarının sesi... Böylesi güzel bir yaz sabahı zorla terkedilen yatağın ardından, çeşmeden akan buzz gibi su ile ayıkılır ve gün o dakikadan itibaren başlar.

Dalından koparılmış taze portakalın suyu, mis gibi kokan kızarmış ekmek, tereyağı, kaymak, meyve reçelleri, taze peynir, zeytin ile zengin kahvaltı sofrası hazır bile. Kahvaltı sofrası yenilmeyi bekleyedursun, pencereden gelen mis ıslak toprak kokusu, mayhoş eder insanı ve yaz günlerinin vazgeçilmezi 'yaz yağmuru' yağmaya başlar çisil çisil.

Bahçedeki kirazların, eriklerin sabah banyosu başladı bile. Bahçedeki mis koku, toprak kokusuyla birleşince düşünün artık o yaz sabahını... Kahvaltı görevini yapar ve kalkar artık sofradan. Sırada bekleyen bahçe meyveleri...

Dalından teker teker koparılır, kırmızılar, yeşiller, morlar, sarılar... Tabaklarda rengarenk, ışıl ışıl... Hamakta sallana sallana yenen meyve keyfi. Ilık esen rüzgarda sıra mini şekerlemede şimdi. Bir pazar yaz sabahında, telveli kahve kokusu uyandırır insanı şekerlemesinden. Bol köpüklü, orta şekerli, mini fincanda nazlı nazlı belirir. Kahve hüpürdete hüpürdete içilir, bir dilekle kapatılır, falın sihrine bırakılır.

Derken kapının zili çalar, pazar günün eğlencesi arkadaşlar kapıda belirir, hoş sohbet, en içten atılan kahkalar sonrası sırada barbekü partisi. Onlar barbekülerini yapadursunlar kısada olsa size güzel bir yaz sabahı yaşattıysam ne mutlu bana...

Ah Şu Eğitim Sistemi!!!


Değerli okurlarım, pastırma sıcaklarından herkese merhaba. Bugün KPSS'ye başvurdum ve çalışmaya başladım bile. Bu yaz sıcaklarında çalışmak biraz zor oluyor ama olsun ne yapalım, çalışacağız.

KPSS dedik, eğitim sisteminden bahsetmeden edemeyeceğim. Geçenlerde CNNTurk kanalında eğitim sistemi ile ilgili bir tartışma programı vardı onu izledim. İzlerken içim acıdı biz öğrencilere ve yaşça küçük öğrenci kardeşlerime. Program konukları olarak bir kaç tane özel okul sahibi kişiler, öz-de-bir başkanı, eğitim profesörleri, dershane sahiplerinden bir kaçı bulunuyordu. Bu konukların eğitim profesörleri hariç diğerleri kendi menfaatleri yüzünden eğitim sistemini filan tartıştıkları yoktu. Sadece ceplerindeki giren çıkan paranın peşindeydiler.

Özel okul sahipleri kendi eğitimlerini, dershaneler ise kendilerinin olmadığı takdirde öğrencilerin başarılı olmayacağını savunuyorlardı. Pardon efendim bu insanlara sorum, dershane varsa okul niye var o zaman? Bu kadar okul boşuna mı hizmet veriyor? Madem özel okullar çok iyi; her yıl milyonlarca özel okul öğrencisi dershaneye niye gidiyor diye sorarlar adama. İşin ilginç tarafı 1 dershane de yetmiyor bilhassa veliler 2 dershaneye birden yolluyorlar çocuklarını. Düşünün artık ortadaki döner sermayeyi. Öğrencilerin sırtından geçinen haksız kazanç sağlayan parazitlerin egemen olduğu bir eğitim sistemimizin olmasından utanç duyuyorum.

Eğitim sisteminin kötülüğünün öğretmenlere verilen düşük maaşla ilgili olduğunu söyleyen bir eleştiri vardı. Buna kısmen katılıyorum. Evet borç harç içinde yüzen bir öğretmenin derste ne kadar verimli olacağı tartışma konusu. Ama sadece bunu maaşa bağlamak son derece yanlış. Bir kere öğretmenlere getirilen şu kpss saçmalığı kaldırılmalı. Onun yerine öğretmen olacak adayın, diksiyonuna, iletişim kurma yeteneğine, anlatma yeteneğine bakılmalı. Evet bence öğretmenlerin nitelikleri tartışılmalı! Bu konuda konuşulacak en son konu para bence. Çünkü öğretmenlerin 3 ay gibi uzun bir tatil yapma gibi lüksleri var.

Bir kere 3 ay tatil ne demek. Dünyanın hiçbir yerinde 3 ay eğitimden uzak kalınacak tatil nerede var? Bu olsa olsa gelir seviyesi yüksek ülkeler için geçerli. Ki o ülkeler bile çalışmanın ne kadar önemli olduğunun bilincinde. Bizim gibi az gelişmiş ülkelerin tatil yerine daha çok çalışmaya ihtiyacı var. Her sene değiştirilen sınavların kapsamı içeriği, yöntemine ne demeli. O ayrı bir tartışma konusu, bu konuda sayfalar dolusu tez yazsam yine yetmez, yine yetmez!

Ey kendini eğitimci sanan insanlar sözüm size; öğrencileri deneme tahtası yapmaktan vazgeçin artık! Bu gençler, bu çocuklar bizim ülkemizin gençleri, çocukları, kısacası yarınlarımız... Gençliğin atalarından alacağı miras bu olmamalı! Bizim ülkemizin çocukları, müzik üreten, spor yapan, değerli sanatçılar yetiştiren, araştıran bilim adamları, gerçek politikacılar olmalı! İşte o zaman biz ülke olarak hem kalkınırız, hem de güçleniriz. Ortada ne ekonomik kriz kalır ne de başka bir şey! Veliler, devlet adamları şimdi oturup takkeyi önünüze koyup düşünme ve icraata geçme zamanı...!!!

İşte Hayat ! ! !


Bursa'dan bu sabah Mersin'e geldim, 1 haftalık yoğun tempolu günlerimi de böylelikle noktalamış oldum. Bu sabah yolculuktan hemen sonra Mersin'e iner inmez, soluğu ehliyet sınavında aldım. Yol boyunca dersime iyi çalışmıştım, bu sebeple sınavım da güzel geçti, darısı trafikte araç sürme sınavına. Keza bu sınav çok daha önemli.

Bursa'da olduğum bu 1 haftalık sürede sizlerle birlikte olamadım, blogumu aksattım. Yazacak çok şey birikti diyebilirim. Bu 1 hafta bana insanların gerçek yüzlerini tanımama vesile oldu. Taşınma maratonu tam bir kaostu benim içinde evi paylaşacağım kuzenim Betül ve Mehtap içinde aynı şey geçerliydi. Kız olduğumuz içinmidir bilmiyorum ama çok eşyamız vardı onları toplamak ve yeni evimize taşımak bizi bir hayli yordu ama deydi.

Sadece evi taşımakla bitse keşke her şey. Ama yeni evde bizden önce oturan öğrenci kızlar(!) maalesef evi temiz bırakmamışlar, bize de o pisliklerini temizlemek kaldı. Bir de utanmadan biz eve taşınırken "evi temiz bırakacağız çok dipbucak temizlemenize gerek kalmayacak" demesinlermi. Gelde kötü olma değil mi? Ah şu insanoğlu. E tabi bu kızlarında evi zamanında boşaltmamaları da cabası.

Maalesef insanlarımızda, bilhassa gençlerimizde, öğrencilerimizde sorumluluk bilinci oluşmamış, Bu duruma çok üzüldüm. Bu insanlarla aynı üniversitede okumak bile beni rahatsız etti. Mezun olacaklar ve iş hayatına atılacak bu insanlar, iş hayatında başarılı olacaklarını hiç sanmıyorum.

Ha birde apartmanda yaşamasını bilmeyen komşularımızda olunca, düşünün artık bendeki sinir harbini. Site içerisinde ses sistemini balkona kuran ve bangır bangır müzikle gece yarılarına kadar son ses açan komşularımız(!) var. Kendilerine bu durumu şikayet ettiklerimizde ise gece 00.00'a kadar bu haklarının olduklarını, başka insanların kendilerinden daha fazla ses çıkardıklarını söylemesinler mi. E iyi de burası disko değilki! Ne yazık ki ev ile disko ayırımını yapamayan öğrenciler(!) söz konusu. Okuldaki öğretmenlere hak vermeye başladım.

Dertlerin hangibirini anlatsam, cimri, paragöz ev sahibimizi mi, sorumsuz öğrenci milletini mi, v.s... Bizim insanımız işlerini zamanında asla yapmaz, yumurta dayanınca kapıya başlarız tutuşmaya. Kural nedir bilinmez ve insanları insan olarak değil de para olarak görenler ve sonra kendi dallarına basıldıklarında insanlık bekleyenler... Söz konusu insansa dert de bitmez tasada...

Hep böyle olumsuzluklardan bahsettim ama güzel tarafları da yokmuydu vardı elbette. 3 kız artık bir evimiz oldu, hepimiz ayrı ayrı odalarımızı temizledik, eşyalarımızı yerleştirdik, süper oldu. Güle güle oturacağımız günler görürürüz umarım. Şimdilik onları yalnız bıraktım onlar hala Bursa'dalar ben Mersin' döndüm, o evi ve arkadaşlarımı bırakmak gelmedi içimden. Ama burada da yarım bıraktığım işlerime de geri dönme vakti geldi. Taşınmak da bir çeşit spor oldu benim için farkı hissettim, sporuma devam edeceğim, şimdilik hoşça kalın...

Yolculuk Var!!!


Yeniden merhaba değerli okuyucularım. Günüm her zamanki gibi yoğun ve güzeldi. Uzun zamandır beğenerek izlediğim dizi ekrana veda etti. Az önce onu izledim. Bitmesini hiç istemedim. Dizi çok eleştiri almasına rağmen ben beğenerek izliyordum. Oyuncularını seviyordum en azından. Bir diziyi izlendirende senaryosu kadar oyuncularıdır bence. Neyse tadında bıraktılar diyelim, kitabındaki senaryosuna sadık kaldılar en azından. Dizide emeği geçen herkese teşekkürler...

Sırada 13 saatlik bir Bursa yolculuğu bekliyor beni. Sonra yine Mersin. Bursa'ya gitmemin sebebi, ev taşıyacağım. Çatı katında tek kişilik bir dairede kalıyordum, çok güzel bir manzarası( Uludağ manzaralı) olan kutu gibi bir evdi. Bu evi bırakmak zor gelecek bana. 3+1 dairede 3 kız kalacağız artık. Evi kuzenim Betül, arkadaşım Mehtap'la paylaşacağım. Tek kalmak çoğu zaman sıkıcı oluyordu benim için, artık böyle bir sorun olmayacak. Güzel bir yıl olacağını umuyorum.

Ev taşımak artık bir ritüel oldu benim için. Her sene çeşitli nedenlerden ötürü taşınmak zorunda kaldım, sabitleyemedim yerimi bir türlü. Bu sene de istikrarımı bozmadım. Bu yüzden alışkınım ev taşımaya. Beni en çok yoracak olan yolculuk bence. Uzun gece yolculuğu sıkıyor beni. 4 yıldır Mersin-Bursa arası gidip geliyorum ama hala alışamadım, alışacağımı da sanmıyorum. Bir an önce varmak istiyorum gideceğim yere.

Eveett, artık yolculuk zamanı... Günbegün Bursa'dan manzaralar bildiririm sizlere. Sporuma, sürücü kursuna biraz ara vermiş olacağım bu sebepten üzgünüm ama Mersin'e dönünce planlarımı uygulamaya tam gaz devam... Sağlıcakla kalın...

Babalar Günü...


Bugünün diğer günlerden bir farkı var. Bugün Babalar Günü. Bizim için hayattaki en değerli varlıklarımızdan biri babamız. Eminim birçok kişi bu özel günde babalarını mutlu etmek için bir şeyler yapmıştır. Ne bileyim, minik bir hediye, güzel bir sabah kahvaltısı ya da güzel bir akşam yemeği,v.s... Bu özel günde hayatta olamayan, hayata erken veda eden babalarında evlatları yalnız bırakmamıştır bugün onları. En güzel çiçeklerle donatmışlardır mekanlarını...
Ben sabah kalktım ve güzel bir kahvaltı sofrası hazırladım. Ailecek bu güzel kahvaltı sofrasında buluştuk. Akşama doğruda yemeğe götürdük babamızı. Bunun karşılığında biz evlatlarının varlığı onun için hayattaki tek, özel ve en büyük hediye olduğunu söyledi. Küçük de olsa onu mutlu etmek hoşumuza gitti.

Evet hayattaki en büyük zenginlik insanın çocukları olması. Düşünsenize, sizin kanınızdan, canınızdan bir varlık dünyaya getiriyorsunuz. Ve o artık hayattaki her şeyiniz oluyor. Ebebeyn olmayı daha tatmadım ama bunun özel ve güzel bir duygu olduğunu anlayabiliyorum en azından. Umarım bizde yaşarız bu duyguların en güzelini.

Başta babam olmak üzere, tüm babaların ve baba adaylarının babalar gününü kutlarım. Doğduğumdan bugüne kadar bana birgün olsun desteğini esirgemeyen, en zor zamanımda bile hep yanımda olan, beni karşılıksız seven canım babama teşekkürü bir borç bilirim...


Patates, Yumurta ve Kahve Hikayesi...


Pastırma yaz sıcağından merhaba herkese. Bugün sizinle hayata dair güzel bir hikaye paylaşacağım. Gazete okurken çok anlamlı, güzel bir hikaye ilişti gözüme. Hürriyet Çukurova yazarı Y. Sinan Tanyıldız dün köşesinde paylaşmış. Ben çok beğendim ve aynen siz değerli okuyucularıma aktarmak istedim...

"Patates, Yumurta ve Kahve

Bir zamanlar her şeyden sürekli şikayet eden, insanlara güvenmeyen, yaşamının anlamsızlığından yakınan bir kız vardı. Hayat ona göre anlamsızdı, mücadele etmekten, çözülen her sorunun ardından yenilenmesinden bıkmıştı. Hatta çalıştığı iş yerinde genç yaşına rağmen ben artık emekl, olmalıyım gibi laflar etmeye bile başlamıştı. Bir gün mesleği 'aşçılık' olan babası ona ders vermeye karar verir. Kızını çağırır ve onu mutfağa götürür.

Tezgahtan üç ayrı cezve çıkarır birinin içine irice patates, diğerine bir tavuk yumurtası ve üçüncüsüne ise birkaç tane kahve çekirdekleri koyar. Üçünün de altını yakar ve hiçbir şey söylemeden beklemeye başlar. Kızı babasının bu davranışından bir şey anlamaz. Babasına olan biteni ve daha ne kadar bekleyeceğini sorar. Babası kızına yanıt vermez ocağın başında beklemeye devam eder. Aradan 20-25 dakika geçtikten sonra adam cezvelerin altındaki ocakların ateşini tek tek söndürür.

Birinci cezveden patatesi çıkarır bir tabağa, diğer cezveden yumurtayı çıkarıp bir tabağa üçüncü içinde kahve çekirdekleri olan cezvenin suyunu ise bir fincana koyar. Kızını çağırır ve ne görüyorsun diye sorar. Kızı patates, yumurta ve kahve! diye yanıt verir. 'Daha yakından bak kızım' der. Kız patatese dokunur, yumuşamış, yumurtaya bakar, babası soy kabuklarını der, soyunca yumurtanın katılaştığını görür. Sonunda kahve dolu fincanı göstererek bir yudum almasını söyler. Bir yudum alınca tadı hoşuna gider, yüzünde bir gülümseme belirir.

Bütün bu olanlardan babasının ne anlatmak istediğini anlayamaz ve babasına sorar.'Bunlar ne anlama geliyor babacığım?'

-Kızım patates de, yumurta da, kahve çekirdiği de aynı sıkıntıyı yaşadılar, yani hepsi de ateşte kaynayan suyun içinde kaldılar. Ama her biri kaynar suda farklı tepkiler verdiler. Patates daha güçlü sert görünürken suyun içinde yumuşamıştı, yumurta ise kırılgandı ama kaynar suyun içinde iyice sertleşmiş içi katılaşmıştı, ancak kahve çekirdeğinin durumu farklıydı. Kaynar suyun içinde kalınca kendi değiştiği gibi içinde bulunduğu suyu da değiştirmiş ortaya yepyeni bir şey çıkmıştı, gördün mü?

-Sen hangisisin evlat? Hayatın boyunca patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yumurta gibi kalbin duyguların katılaşcak mı? Yoksa kahve çekirdeği gibi başına gelen her olayın seni olgunlaştırmasına, hayatına ayrı bir tat vermesine mi izin vereceksin?"

Bir Aşk Romanı...


Yoğun ve yorucu bir günün ardından, yaseminli yeşil çayımı yanıma aldım ve başladım bilgisayarımın tuşlarına basmaya. Yazılarım aksadı bunun nedeni internetim yoktu, bugün düzeldi. İnternetin olmaması ne kötüymüş. Neyseki düzeldi. Sabah sporuma gittim ve ardından havuza girdim kuzim Betül'le birlikte, bu son 3gündür böyle oluyor. Böylelikle havuz, deniz sezonumu açmış bulunmaktayım. Çifte spor oluyor benim için. Bir de suyu seviyorum, su tüm yorgunluğunuzu alıyor, dinlendiriyor.

Yaz günlerinde dinlenmenin diğer yolu, bolca kitap okumak. Bende başladım güzel bir roman okumaya. Elif Şafak'ın 'Aşk' adlı romanını okuyorum son 1 haftadır. Bu kitabı okumamın manevi değeri var. Çok değerli arkadaşımın hediyesi bu kitap bana. O yüzden elimden hiç düşürmüyorum. E tabi romanda güzel ve akıcı olunca daha da güzel oluyor. Kitap pembe ve siyah renkli olmak üzere 2 çeşit basılmış. İlk çıktığında pembe olarak çıkmış. Erkekler pembe renkli kitabı okumak istemeyince kitabın siyah rengi basılmış. Benim kitabımın rengi pespembe. Tam benlik. Çok severim bu rengi, arkadaşıma teşekkürler.

Bakın yazar Elif Şafak 'Aşk' adlı romanı için şunları söylemiş: "Bu roman tek bir roman değil, roman içinde roman, hikaye içinde hikaye, aşk içinde aşk... Ben aslında aşktan yola çıktım. Aşkı anlamaya çalışan ve anlatan bir roman yazmak istedim. Ama hem dünyevi hem ilahi boyutlarıyla, hem dününe bakan hem bugününe bakan bir roman yazmak istedim. Belki hem batıyı hem doğuyu içine alan farklı gibi duran hatta bazen zıt gibi duran unsurları buluşturan bir bağ olarak aldım aşkı ve yola çıkış noktam da bu oldu."

Daha çok başındayım kitabın, ama şimdiden beğendim diyebilirim, daha ayrıntılı anlatmamayım bence alın ve okuyun. Kitap akıcı, sade. Sıkılacağınızı sanmıyorum. Elif Şafak'ın romanlarını seviyorum, kaliteli yazıyor. Bir Elif Şafak romanı okumanızı tavsiye ederim.

Balık Ekmek Arası Sohbet...


Bugün benim için çok güzel bir gündü. Blogumun adı gibi, hayatımda güzel seslerden ve renklerden ibaret. Umarım, şu anda blogumu okuyan okuyucularımında hayatı öyledir veya öyle olacaktır. Annem bir süredir Halk Eğitim Merkezinde Dikiş-nakış(mefruşat) öğretmenliği yapıyor, geç başladı iş hayatına. Ama onun için her şey mükemmel gidiyor. Uzun zamandır istediği bir şeyi yapmanın mutluluğunu yaşıyor. Çalışmanın, okumanın yaşı olmaz. Annem bu konuda örnek alınacak bir insan. Kendisini tebrik ediyorum, bu azmi için...

Annem bu sezon kurs bittiği için öğrencilerini balık ekmek yemeğine götürdü bugün. Bu güzel atmosferde bende bulundum. Canınız çekmesin güzel Uskumruyu mideye götürdüm, sohbet, eğlence de eklenince yanına güzel bir ortam oluştu. Annemin öğrencilerinin annemin öğretmenliğinden çok memnun olduklarını gördüm, kısa sürede onların sevgisini ve güvenini kazanmış, bu beni çok mutlu etti böyle bir anneye sahip olmanın gururunu yaşadım. Öğrenci dediklerim hepsi yaşını başını almış evli, çoluk çocuk sahibi insanlar. Bu yaşlarında bile boş zamanlarını değerlendirmenin peşine düşmüşler, kurs sonucu çok güzel ürünler ortaya çıkarmışlar. Ne mutlu onlar için, evlerindeki artık kumaşları değerlendirip ortaya sanat eseri çıkarmışlar.

Herkese bir hobi lazım. İnanın buna. Onların hepsi olgun, belli yaşı aşmış, hayat tecrübesi olan insanlardı. E tabi ortaya güzel sohbetler çıktı, onlardan öğrendiğim çok şey oldu, en azından bu yaştaki azimleri bile yeter onları örnek almak için. Mersin'in güzel deniz manzarasını da unutmamak lazım. Balık ekmek eşliğinde denizin masmavi rengi ve mis kokusu eğlencemize çeşni kattı diyebilirim. Denizi olan memleketi bu yüzden seviyorum. Sıkıntımı da, mutluluğumu da masmavi denizle paylaşıyorum. Benim için denizin anlamı sonsuzluk demek. Mersin'e beklediğim çok sevdiğim Kankam var. Birde Adanaya gelmesini istediğim değerli arkadaşım var onların ikiside yakınıma gelirse benim için yaz süper olacak. Baksanıza günlerim şimdiden hareketlenmeye başladı bile...

Kendime Yeni Bir Ben Lazım...!


Uzun bir aradan sonra yeniden sizlerle birlikteyim. Uzun bir ara vermiş olma sebebim, yoğun bir bahar dönemi geçirmiş olmamdır. Ama bu sıcak yaz günlerinde yazmadan duramazdım, bende hemen bilgisayarımın harflerini tuşlamaya başladım. Yaz gelince kum, güneş, deniz, tatil, eğlence, seyahat gelir akla. Yoğun tempolu kış döneminden sonra yaz ayları insanları rahatlatır, dinlendirir, rahat bir nefes aldırır. Bende üniversitede finallerimi verdim ve soluğu doğup büyüdüğüm memleketim olan Mersin'de aldım. Özlemişim buraları, her ne kadar havası çok sıcak ve nemlide olsa beni buraya bağlayan ailem, dostlarım ve akrabalarım var, sıcak hava uzaklaştırmıyor beni Mersin'den.

Bu yaz tatilinin benim için özel ve güzel olmasını istiyorum. Bu yüzden her sene kaldığım Yaz Okuluna bu sene kalmadım. Dersleri nasıl olsa birgün veririm. Geçen sene denize girmeye fırsatım bile olmamıştı. Yaz okulu ve ardından 1 ay süren staj dönemi yüzünden tatile fırsat bulamamıştım. Ama bu sene kendime ayırabileceğim bolca vaktim var. Çoktan, tatil planımı yapmış ve uygulamaya geçmiş bulunmaktayım.

Ehliyetim yoktu bu yüzden ehliyet kursuna başladım. Yalnız değilim bu konuda annemle birlikte gidiyoruz kursa. Anne kız beraber aynı sınıfta ders almak garip farklı bir duygu ama çok güzel. Akşamları annemle birlikte motor bölümüne çalışıyoruz. Sonra, çok kilo aldığım için spora da başlayacağım ve hemen fitness merkezine yazıldım, başlıyorum yarın. Buna gerçekten ihtiyacım var, beni her gören çok kilo almışsın diyor ve bu cümleden çok sıkıldım artık, kendime yeni bir ben lazım dedim ve yememe, içmeme dikkat ediyorum. Sporla da bütünleşirse süper olacağım...

Daha bitmedi, biter mi hiç? Evimizin aşağısında Mersin Halk Eğitim Merkezi var. Yaz dönemi boyunca çeşitli kurslar veriliyor. Resim, takı tasarımı, aşçılık, ahşap boyama, v.s... Bu kurslardan birine yazılacağım. Terapi için birebir el becerisi. Herkese tavsiye ederim. Şimdilik, takı tasarımı ve resim kursunu düşündüm. Bu konuda fikirlerinizi bekliyorum.

E tabi yaz dönemi boyunca ders yapmayı da unutmuyorum. KPSS'ye çalışmaya başlayacağım, seneye temmuz ayında ter dökeceğim, umarım güzel geçer sınavım. Şimdiden başlamalı. Umarım her şey gönlümce olur. Denize, havuza da gireceğim kısa süreli şehir seyahatlerimde olacak, buradan her şeyi paylaşacağım. Bursa'da bıraktığım dostlarımı, arkadaşlarımı, sevdiklerimi ve tabi Bursa'yı özleyeceğim, ama özlemek güzel duygu, ilişkilerdeki değeri arttırıyor.

Ne çok şey birikmiş, çok yazmışım. Benden size tavsiye, kendinize vakit ayırın, bu vakti size maksimum yarar sağlıyacak şekilde ayarlayın. Hem kendinizi yenilemiş oluyorsunuz, hem de bu yenilik çevrenize olumlu şekilde yansıyor. Değerlendirin bu söylediklerimi sakın yabana atmayın. Yüksek sesle tekrarlayın, hayatınızda Her Şey Çok güzel Olacak diye, şimdilik bu kadar görüşmek üzere...